Mehmet Yılmaz ile röportaj

18-12-2020 14:30
Mehmet Yılmaz ile röportaj
Mehmet Yılmaz;
1956 Eskişehir doğumlu olup, 1981 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. 1987'den bu yana edebiyat çevirmenliği yapmaktadır.
 
 
Uzmanlık alanı Rusça olan ve değerli eserleri Türkçeye kazandıran Mehmet Yılmaz ile klasik çevirmenliğine dair en çok merak edilenleri ele aldığımız kısa bir röportaj gerçekleştirdik: 
 
 
Başka bir dile çevrilen eser özünden bir şeyler kaybeder mi?
 
Eğer iyi bir çeviriyse bence özünden bir şey kaybetmez, ama özenli bir çeviri değilse tadını da, tuzunu da, özünü de kaybeder. Peki bu durumda ne yapacağız, özünü kaybeder korkusuyla çevirmekten, ya da çeviri eser alıp okumaktan mı vazgeçeceğiz? Elbette, hayır, biz çevirmenler elimizden geldiğince iyi çeviriler yapacağız, okurlar da biraz dikkat edecekler, kitap alırken yalnızca yazarına değil, çevirmenine de bakacaklar.
 
Klasik eserlerde orijinal dilden çeviri ve ikinci dilden çeviri arasındaki farklılıkların okura yansıması konusunda ne düşünüyorsunuz?
 
Klasik ya da çağdaş hiç fark etmez, bence çeviri kesinlikle orijinal dilinden çevirmenin ana diline yapılmalı. İkinci dilden yapılan çeviride yazarın yanı sıra ilk çevirmeninin etkisi ve katkısını da çevirirsiniz. Özellikle Rus klasiklerinin Fransızcadan yapılan çevirilerinden dolayı, örneğin bir yığın prens ve prensesle karşılaşırız. Ki ne yazarın söylem evreninde vardır bunlar ne de o zamanki gerçek hayatta. Çevirinin iyi ya da kötü olması konusunda ise, Fransızcadan yapılan çevirilerin Türkçe anlatımlarının güzelliğine -ki bu çoğunun iyi çevirmen olmasına bağlı- kimsenin söyleyecek bir sözü yoktur ama yazar onu mu söylemiştir, o sözcüklerle mi söylemiştir, işte sorun bu. Dolayısıyla okuduğum kitaplarda orijinal dilden kendi anadiline çeviren çevirmenlerin çalışmalarını tercih ediyorum.
 
Çevirdiğiniz eserin yazarıyla nasıl bağ kuruyorsunuz?
 
Öncelikle dilini biliyorsunuz, genel olarak da o ülkeyi, tarihini, edebiyatını tanıyorsunuz, bir aşinalık var sonuçta, bu yaklaşımla çevireceğiniz yazarı daha yakından tanımaya çalışıyor, kitaplarını, yazarla ilgili yazıları okuyorsunuz, mümkünse yaşadığı yerleri görerek bağ kurmaya çalışıyorsunuz.
 
Klasik eser çevirirken çekinceleriniz var mı, varsa neler?
 
Var tabii. Bir kere yazarı yaşamıyor, başka bir zaman, arada ciddi bir zaman farkı var, insanların olaylara bakışı çok farklı, başka bir kültür, bugün yaşamayan insanlar, bilhassa din, hele de dinin o zamanki algısı, yani bambaşka bir ortam, dolayısıyla bütün bunlar, günümüz okuruna anlatma konusunda bazı çekinceler oluşturuyor ama sonuçta üstesinden geliyoruz. Çevirmenin işi bu.
 
Çeviriye başlamadan önce bir hazırlık yapıyor musunuz? Yapıyorsanız bunlar nelerdir?
 
Yeni bir kitap çevirisine başlamak, benim için yepyeni bir serüvene yelken açmak gibi… Hani böyle durumlarda insanın içi kıpır kıpır olur ya, onun gibi bir şey, yeni bir heyecan. Lazım olan en önemli şey, kitabınızla baş başa kalabileceğiniz, gürültü patırtının olmadığı, sakin, huzurlu bir ortam, sonra size kalan yazarın, kahramanlarının dünyasına girmek… Yeri geliyor, çevirinin başından kalkıp kahramanları tek başlarına bırakmak istemiyorsunuz, çeviriyi bıraksanız, yattığınız yerden o sizi bırakmıyor, gece yarısı yatağımdan kalkıp beynimde çakan ışığı hemen not aldığım zamanlar olmuştur.
 
Çevirisini yaptığınız kitaplar arasında sizi en çok etkileyen, en fazla bağ kurduğunuz kitap hangisi oldu?
Her eser yaşanmışlıklarla, ya da yazarın hayal dünyasıyla hayata, insana dokunuyor, böyle olunca da sizi etkiliyor, evet, bazıları belki daha derin bir tesir bırakıyor… Sanırım çevirisini yaptığım kitaplar arasında en çok bağ kurduğum "Diriliş” oldu. Tolstoy, İsa’nın dirilişine atıfta bulunarak, dirilişle yeni bir insanın doğuşunu bize müjdeliyor… Aristokrat Nehlüdov, her şeyini bırakıp nasıl olacağını yazarın da bilmediği yepyeni bir hayata adım atıyor, Maslova da berbat bir yaşamdan kopup kendine daha temiz bir yaşam kurmaya çalışıyor. Koskoca Rusya’nın o dönemdeki ayrışmasını görüyorsunuz, devrimin ayak seslerini işitiyorsunuz…
 
 
Hangi kitabın çevirisini yaparken çok zorlandınız? Sizi çıkmaza sürükleyen, üzerinde "bunu Türkçe nasıl anlatabilirim" diye düşündüğünüz bir deyim ya da ifade var mıydı?
 
Her kitap zor. Çevirmenin işi ise sürekli kafa patlatmak… Ne kadar iyi bilirseniz bilin, sonuçta yabancı bir dilden çeviri yapıyorsunuz. İyi çeviriler yaptığımı düşünüyorum, iyi diye düşünmemin nedeni, işte bu sorduğunuz soru, sürekli bunu Türkçe nasıl, daha iyi anlatabilirim diye düşünüyorum… Sanırım beni en çok terleten, Valeri Brüsov’un "Ateş Meleği” oldu, Valeri Brüsov, Rus edebiyatında sembolizmin kurucusu, "Ateş Meleği” de onun baş yapıtlarından biri. Yazarın anlatımlarının Türkçe karşılıklarında bir hayli zorlandığımı hatırlıyorum. Örneğin şeytanların gizli dünyası, onların adları, toplantıları…
 
Çeviriyi yaparken Rusça bir kelimenin ya da deyimin Türkçe karşılığını bilemediğiniz veya bulamadığınız oldu mu hiç? Olduysa neydi?
 
Kuşkusuz oldu, oluyor, bütün sözcükleri bilemezsiniz, hepsini sözlüklerde bulmak da mümkün değil, ölü yazarların kullandığı sözcüklere bir anlamda çözüm, haklarında yazılanlara bakmakla ancak mümkün olabiliyor, ya da konuya hakim bir Rus’a danışabilirsiniz, çağdaş yazarlarda ise yazarla konuşmak mümkün. Sonuçta elbette böyle şeyler oluyor, karşılaşıyorum, ama hiçbir şey çözümsüz değil, çözüm bulmak çevirmenin görevi yoksa çevirmen olamazsınız.

IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.